Kalmak üzerine…

Nilüfer tarafından 13 Haziran 2008 tarihinde yazılmıştır.

En çok istediğim ama olması için hiçbir çaba sarf etmediğim şeylerden biri, üzerimde yapışıp kalan üşengeçliği atıp, yıllardır bitiremediğim hikayemi bitirmektir sanırım. Malesef kısa vadede gerçekleşeceğini düşünemiyorum bile. Şimdilik kısa bir bölümünü paylaşmak istedim sizlerle, belki bu benim için de bir tetikleyici olur, kim bilir…
kalmak-uzerine-beyaz-gul

Bir hafta boyunca yağması beklenen yağmur, fonda gök gürültüsü ve şimşekle 10’ar dakikalık gösteriler yapmaya devam ediyor.

Haziran ayının ortasında olduğumuz düşünülürse, gösterinin hak ettiği ilgiyi fazlasıyla göreceğine kesin gözüyle bakıyorum.

Evimizdeyim…

Bahçede yaptığımız bitki ağırlıklı dekorasyon sayesinde kısıtlı olarak görünen gökyüzünü izleyebileceğim en uygun köşeye kurulmadan önce, pencerelerin önünden perdeleri kaldırıp, camları açıyorum…

Bana seni hatırlatan ıslak toprak kokusu dolduruyor odayı, derin bir nefes çekiyorum içime…

Verandanın çatısına düşen yağmur damlalarının sesini duyduğumda açtığım kahve makinesinden gelen keskin koku karışıyor havaya, oda babam kokuyor…

Çocukluğumda dedemin dizinde dinlediğim “büyük sohbetleri” geziyor zihnimin arka sokaklarında.

Kahve haznesini yeni açılan o ahşap atölyesine ilk gittiğimizde senin seçtiğin kahvaltı tepsisine, hani asıl rengi koyu kahve olan ama benim vernik ve yaldızla süslediğim yüksek kenarlıklı tepsiye yerleştiriyorum, çorba kasesine benzeyen, en sevdiğim fincanın ve annemden yadigar şekerliğin yanına…

Durup düşünmeden dizayn ettiğimizden olsa gerek ilk görenlerin tuhaf tuhaf baktıkları çalışma odasındayım…

Bu odayı dekore ettiğimiz ilk günü anımsıyorum, senin kitaplıkları duvara monte ederken beni gülme krizine sokan acemiliğin içimi burkuyor bu kez…

Evin iki yanını saran bahçeden toprak kokusu geliyor arada bir…

Eve taşındığımız yıl, biz tatildeyken Sevginin nizami olarak diktirdiği çamlara bakıyorum; ergenlik dönemlerini yaşıyorlar, boyları hızla uzuyor ve her yağışında yağmur damlalarına gövde gösterisi yapmaktan vazgeçmiyorlar…

Mevsim yaz.

Hava çoğu yerde güneşli ve sıcak .

Ama yasımı kutsarcasına sık sık kocaman yağmur damlalarına gebe gri-beyaz bulutlar uğruyor şehrin bu kısmına…

Hani denir ya; güzelliklere bakıp Yaradan’ı anımsamak da bir ibadettir diye, sanırım içimde kanayan yaranın büyüklüğünü ve ona ibadet etmenin verdiği huzuru bildiğinden gönderiyor yağmurları bana…

Yağmurları çoğunlukla bahçede domates fideleriyle uğraşıp ıslanarak, hava serin olduğunda da asma çardağının altındaki hamakta kitap okuyarak karşılıyorum.

Damlalar o kadar büyükler ki, oturduğum yerden bahçedeki ahşap masanın üzerine düşüşlerini ve etrafa saçtıkları minik parçaları ayırt edebiliyorum.

Bu manzara bana hiçbir şeyi, asıl yaratıcısından başka hiç kimsenin, olduğundan daha güzel bir hale getiremeyeceğini düşündürüyor…

Hemen karşımdaki yediveren gülleri mesela, dünyanın en maharetli bahçıvanı bile o dalları güneşe doğru filizlenmekten alıkoyamaz veya hiçbir suni sulama aracından dökülen damlalar, böyle nereye gittiklerinin bilincinde gitmeleri gereken yere vardıklarında, ortaya çıkan görüntüyle insanın yüreğini ısıtamaz!

Bütün yapraklarda vuslat anının zarif kıpırtıları var…

Odanın içine yine yoğun toprak kokusu doluyor rüzgarın etkisiyle, bu kez çimen ve çam kokularının eşliğinde.

Yüreğim gözümün gördüklerine methiyeler düzüyor en yaldızlılarından…

Üç boyutlu anlık hayaller görüyorum gerçekle düş arası…

Nasıl yaşamışız biz birlikte?

Nasıl bir duyguymuş bu?

Bir kez hissetmiş olsaydım buralarda sensiz yaşamanın nasıl bir his olduğunu, bir an ayrı kalır mıydım senden?

Bir an …

Bilinçaltı yaşanmış olması muhtemel görüntüler gönderiyor gözlerime ve her göz kırpışımda yenilerini kaydediyor eskilerin yerine.

Her baktığım yerde geçmişten bir sahne.

Hiç yaşamadığım üç kişilik bir sahne.

Kim olduğunu, nerede olduğunu bilmediğim bir sürü siluet , görünmeyen bağlarımı çekiştiriyor bir tarafa…

Dışa susuyorum.

İçim soğuğa sıcak çağlıyor…

Duygularım eriyip yok mu oluyor, yoksa eriyip yayılıyor mu tüm bedenime ayrımını yapamıyorum.

Kazadan bir buçuk ay sonra eve geri taşındım.

Evimiz tanıdıklardan hiçbirine bir saatten yakın olmadığından olsa gerek, herkes itiraz etti bu kararıma.

Tartışmadım onlarla “ben iyiyim” dedim hepsine

Ben iyiyim…

İnanmamış olacaklar ki o gün bu gündür, neredeyse saat başı denilebilecek bir sıklıkla, birbirlerinden haberli mi, habersiz mi aradıklarını bilmediğim dostlarla konuşuyorum.

İlk zamanlar çok zorlandım telefon sesine alışmakta.

Bilirsin sevmiyorum telefonla konuşmayı, karşımdaki sen olmayınca…

Şimdide buradayım işte;

Senin koltuğunda…

Annen bu odada her oturduğumuzda, gözümü senin koltuğundan ayırmadığımı fark etmiş olacak ki , koltuklardan birini almak istedi, olur dedim, itiraz etmedim ama benimkini verdim…

Zehra anne ve Nihal dışında hiç kimse benimle bu evde yalnız kalmaya bir kereden fazla cesaret edemedi…

Ben sürekli senden konuşmak istiyorum; Senden, benden, bizden, biriktirdiğimiz anılardan…

Ama ben anılarımızı aktarıp sustuğumda, hıçkırıklarını bastırmaya çalışan dostlarla karşılaşıyorum hep…

Düşünüyorum da bu evlilik birimizin ölümüyle bitmek zorundaydıysa eğer, iyi ki kalan sen değilsin…

Katlanılması mümkün olmadığı halde geride bıraktığım bir yılın herhangi bir gününü senin yaşama ihtimalin, bu acıyı, sancıyı, yokluğu, olmamışlığı hissetme ihtimalini bile düşünmek kalp krizine yakın bir etki yaratıyor bende.

Sen insanların hayatlarını kalın çizgilerle bölüp ayrıştırabilen, değiştirebilen bir hukukçuydun, kariyer sahibiydin ama herkese sevgi vermeye ve kaygısızca karşılık beklemeye hevesli O-4 yaş gurubu çocuklar gibiydin aslında. Seni önceden tanıyanlar senden sonra böyle oldu diyorlardı ya bana, benden sonra o çocuğa ne olurdu ben bilmek bile istemiyorum…

Dört yıllık evliliğimiz boyunca her fikrimi paylaştın benimle, biri hariç.

O hariç fikri duyduğunda verdiğin tepkiyi anımsadıkça ben, iyi ki diyorum iyi ki kalan sen değilsin…

Nihal kim bilir kendisiyle ne kadar savaştıktan sonra o günü hatırlayıp hatırlamadığımı sordu bana geçen gün!

Evet hatırlıyorum.

Ve belki de seninle ilgili beni ağlatan tek anı bu;

Nihal Yiğit’e hamileydi, altı yada yedinci ayındaydı sanırım. Engin iş gezisi için şehir dışına çıktığından bizde kalmıştı. Hayalet filmini izlemiştik,film bitince o çok sevdiğim sözü tekrarlamıştım ben;

Değiştirebileceklerimizi değiştirme cesaretine, değiştiremeyeceklerimizi kabullenme sükunetine sahip olmalıydık…

Eğer bir gün birimize bir şey olursa, geride kalan gidenin hatırına devam etmeliydi hayatına, geride kalanlara ikimizin yerine sahip çıkmalıydı; ailemize, evimize, dostlarımıza, kendimize…

Ve tüm bunları söyledikten sonra senin yüzünde çaresizliği ilk kez o kadar net, acıyı o denli büyük görmüştüm.

Ve o an anladım bir şey olurda sen bensiz kalırsan, çevrendeki herkes senin yavaş yavaş erimeni izleyecek ve beklide bana lanet edeceklerdi, lafın gelişi…

En azından içimde fırtınalar kopsa da sükunetimi koruyacak kadar iyi bir oyuncuyum ben, doğuştan gelen bir yetenekle…

Hayat…

Ne getireceği asla belli olmuyor.

Her şey tamam dönüş yok derken “O” ihtimali beyninin arka tarafında düşünürken, hiç beklemediğin bir anda birden yollar ayrılıyor.

Başladığın yerde buluyorsun kendini…

Ve yeniden başlıyorsun…

Her unutuyorum dediğinde, yeniden hatırlıyorsun…

Canın yanıyor…

Ve aynı hatayı tekrar yapmak için yola çıkıyorsun beyninden kalbine inen kıvrımlarda.

Aslında unutmaya çalıştığın herhangi bir şey ya da kişi zamanla vazgeçtiğin vazgeçilmezlerinin arasına giriyor…

Silik bir hatıra…

İyi ya da kötü…

Ama aklında…

Tam yedi gün sonra gidişinin senesi dolacak…

Ben yine bu odada sessizce oturup seni özlemeye, her gece bin bir güçlükle daldığım uykudan, her sabah boğazımda acı salgılayan bir düğümle uyanmaya,

Dostlara seni anlatmaya,

Alyansını boynumda taşımaya,

İki kişilik yemek yapıp masaya senin içinde servis hazırlamaya,

Senin için; kendime, ailemize ve evimize iyi bakmaya devam edeceğim.

Ve hayat da devam edecek…

Yine birileri uyuyacak direksiyon başında,

Her gün geri dönüşü olamayan vedalar yaşanacak,

Yine her ölüm erken olacak,

Ve her ölüm anlamsız…

Seçim olacak yine,

hükümet değişecek,

yeni kanunlar çıkacak,

sen o kanunları ezberleyemeyeceksin…

cüppeni askıdan kimse kaldırmayacak, o cüppe hiç kimseye senin kadar yakışmayacak…

yine kış gelecek,

soğuk yağmurlar yağacak bugünkünün aksine,

yollar buz tutacak,

kayıp düşmeyeceksin…

Senenin bir günü hep ölüm kokacak

Gidenleri ve kalanları ayıran o çizgi hep kalın olacak,

ve hep zor olacak;

Gitmek kalanlar için,

Kalmak gidenler için…


Kategori : Genel
Etiketler: ,

One comment

  1. sümeyra aslan :

    Merhabalar ya çook anlamlı bu sözler öncelikle başınız sağolsun çok beğendim bu sözleri düşünceleriniz çok mantıklı Allah sabır versin..

sümeyra aslan için bir cevap yazın Cevabı iptal et